Thursday, September 23, 2010

Warner Brothers'da güç dengeleri yerlerinden oynadı

Jeff Bewkes

Şaşaalı, janjalı, bol starlı, seyircileri sinemalara koşturan filmlerin, yani stüdyo filmlerinin gerçekleşmesi için stüdyo patronlarının iki dudağından çıkacak lafa bağımlıyız: Yeşil Işık. Yönetmenler, oyuncular, yapımcılar ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, ne kadar başarılı, popüler olurlarsa olsunlar, hepsi stüdyo başkanlarının son sözü kadar güçlüler. Ama stüdyo başkanları da stüdyolarının da kulu oldukları başka güçler var.

Warner Brothers'ın durumunda, stüdyonun sahibi Time Warner şirketi ve Time Warner'in yeni şefi Jeff Bewkes. Bewkes 2008'de başa geçtiğinde Warner Brothers'da birilerinin koltuklarından oynayacağı belli olmuştu. Bu hafta Warner Brothers'ın Stüdyo Başkanı Alan Horn'un görevine Nisanda son verileceği ve Kurul Başkanı Barry Meyer'ın kontratının 2013'e kadar uzatılacağını açıkladı. Ayrıca Meyer'ın koltuğuna 2013'te aday olacak, 3 yetkiliden oluşan bir ofis oluşturdu: Warner Bros Motion Picture Grup Başkanı Jeff Robinov, Warner Bros. TV Grup Başkanı Bruce Rosenblum ve Warner Bros. Home Entertainment Grup Başkanı Kevin Tsujihara. Bu üçlüyü Meyer kontratı 2013'te bitene kadar denetleyecek. Sonuç olarak bu üç adaydan biri Meyer'ın kontratı bittiğinde başa geçecek kişi olacaklar.

Barry Meyer ve Alan Horn
Hollywood bir süreden beri bu gelişmelerin beklentisi içerisindeydi. Ama tam olarak bu çerçeve içerisinde değil. Horn'la Meyer'ın ofislerini aynı anda 2011'de terketmeleri bekleniyordu. Ama Meyer kontratının biteceğini gördüğünde birden yüksek performans göstermeye başladı. Özellikle stüdyonun işçi birlikleriyle olan ilişkilerinde, WGA grevi süresince hiç taviz vermeyerek stüdyonun tavrını güçlü tuttu. 

Diğer yandan, Alan Horn, Jeff Bewkes'le ilişkisini sıcak tutmak için hiç çaba göstermemekle birlikte görevini de pek parlak adımlarla sürdürmedi. Alan Horn stüdyonun yapacağı filmlerde kendi kişisel zevkine göre çok net kararlar aldı ve birçok fırsata yeşil ışık yakmadı. Stüdyonun komedi kollarını çok zayıf bıraktı. Adam Sandler, Judd Apatow, Ben Stiller gibi verimli komedi yapımcılarından uzak durdu. Hangover filmine bile başta burun kıvırıp, film gişelerde bütçesinin 10 katından fazla kazanç sağlayınca bağrına bastı. Son birkaç yılda stüdyodan çıkan Departed, Clint Eastwood projeleri, Blind Side gibi Oscarlı filmlerin de Alan Horn'a rağmen başarılı olduklarını düşünüyor şehirdeki sesler. 

Alan Horn bu arada sağ kolu olan Jeff Robinov'u kendi yerini doldurması için yavaş yavaş yetiştiriyordu. Ama her zaman son söz Alan'a aitti ve Robinov da artık özgürleşmek istiyordu. Robinov, Alan Horn'un tersine Time Warner'la ilişkilerini sıcak tuttu. Jeff Bewkes'a kendini yakın tuttu ve şu andaki kontratının bitme süresine yakın, Universal Pictures'a geçebileceğinin sinyallerini verdi. Jeff Bewkes bu durumda Jeff Robinov'a direk olarak Horn'un pozisyonunu hediye etmedi. Çünkü Robinov kişiliğiyle duruşuyla henüz bu pozisyon için hazır değil. Yine de Horn'un altında çalışırken sahip olduğundan çok daha fazla özgürlüğe sahip olacak. Artık filmlerin yapımına yeşil ışık yakılması için Horn'un imzasına bağımlı değil.

Robinov, Rosenblum ve Tsujihara
Robinov, Rosenblum, Tsujihara üçlüsüne başkanlık ofisini paylaştırıp, Meyer'ın kontratını 2 yıl daha uzatarak, Bewkes stüdyoda daha yumuşak bir geçiş sağlamaya çalışıyor. Bu üçlünün 2013'te boşalacak başkanlık pozisyonu için azılı rakiplere dönüşmeleri ve bunun gerginlik yaratması da mümkün. Ancak başkanlık pozisyonunu bu üç isimden birine verdiğinde, diğer ikisinin rakip stüdyolara gitme durumu da ortaya çıkabilirdi.

Genel izlenim Bewkes'in çok doğru bir yönetim stratejisi güttüğü. Robinov'un önü bir sonraki aşamada başkanlık için açık görünse de, Bruce Rosenblum'ın Televizyon departmanında, özellikle dijital dağıtıma geçişte son derece aktif bir rol oynamasını Bewkes gözden kaçırmamış gibi gözüküyor. Endüstrinin hızlı bir şekilde değişimlere uğradığı, sinema ve televizyon yapımlarının, dağıtımcılığının dijitale kaymaya başladığı gerçeklerinin çok farkında. Bewkes Warner Brothers'ı yeniliklere adapte olunması gereken bu süreç içinden 3 büyük gücün (Sinema, TV, Home Video) ortak dengesiyle geçirmeyi planlıyor.

DEDİKODULAR: Goodfellas televizyon dizisi şehri alt üst etti

Martin Scorsese, yeni HBO dizisi Boardwalk Empire'a el attıktan sonra, dizi daha seyirci testini geçmeden ikinci sezon için kabul gördü. Daha pilot bölümün reytingleri tamamlanmadan HBO ikinci sezon için diziyi yeniledi. Bu Hollywood'da nadirden öte, neredeyse hiç görülmeyen bir durum. Bir yandan da HBO, Showtime gibi ücretli kanalların, yaptıkları kaliteli televizyon programcılığına ne kadar güvendiklerini kanıtlıyor.


Öte yandan, yeni bir gangster projesinin dedikoduları yayılmaya başladı. 1990 yapımı, Martin Scorsese'nin yönettiği ve Nicholas Pileggi'nin yazdığı Goodfellas'ın televizyon hakları açıklandı. Pileggi'nin en azından pilot bölümü yazacağı düşünülüyor ve dizinin Yapımcısının Irwin Winkler olması bekleniyor. Dizinin yapımında Martin Scorsese'nin parmağı olacak mı kesinleşmiş değil. Ama herşeyden önce hangi stüdyonun projeye kapağı atacağı sorusu geliyor. Warner Bros TV, stüdyo orjinal filmin dağıtımını yaptığı için listenin başındaki en güçlü aday. Ama diğer stüdyolar da projeyle fazlasıyla ilgileniyorlar.

Tuesday, September 21, 2010

Bilbord'dan al haberi: House ve Hawaii 5-0

Bu sezon ilk defa CBS kanalında gösterime giren Hawaii Five-O dizisi bu aralar bilbordlara hakim olan reklam kampanyalarından biri. Dizinin ilk 4 starı şunlar: LOST'ta Jin'i oynayan Daniel Dae- Kim, Entourage dizisinin son sezonuna katılan Scott Caan, The Back Up Plan'de Jennifer Lopez'in beau'sunu oynayan Alex O'Loughlin ve Battlestar Gallectica'nın Athenası Grace Park.


Hollywood Bulvarı ve Highland köşesi





Bir türlü iptal olmayan (tahtaya vuralım), reytingleri gayet istikrarli giden nadir televizyon dizilerinden biri HOUSE, MD. Dizi bu yıl 7. sezonuna girecek. Yeni bölümlerin eli kulağında. 

Sezon boyunca olsun, sezon öncesi veya sonrası olsun, FOX kanalı House'u bize unutturmamak için eğlenceli bilbordlar patlatıyor. House karakterini kusursuz Amerikan aksanıyla canlandıran İngiliz oyuncu Hugh Laurie, aykırı bir takım posterle Los Angeles sokaklarına meydan okuyor. 

Madem bahsini ettim, diğer birkaç House posterini de hemen paylaşayım:



TORONTO: Endüstri kendine geldi.

Geçen sene festivallerde dağıtımcılardan çıt çıkmıyordu. Zar zor ayakta kalan birkaç dağıtımcı şirket elleri kolları bağlı otururken, elinde parası olan dağıtımcılar tek tük A list starlı, filmleri toparladılar. 


Ama bu sene Toronto'dan çok parlak haberler gelmeye başladı. Bağımsız piyasa dinamikleri normale dönüşmeye başladı. En sağlam, zengin ve başarılı dağıtımcı şirketler olan Fox Searchlight, Summit Entertainment, Focus Features, Sony Pictures Classics doğal olarak seçimlerini ağırdan alırken, daha ufak şirketler ön plana çıkma fırsatı buldu. İşte yapılan anlaşmaların özeti.


Weinstein Company sahipleri Harvey ve Bob Weinstein, kendi kurdukları Miramax şirketini Disney'den geri satın alamadılar. Miramax başka alıcılara gitti. Ama Harvey Weinstein ipin ucunu Toronto'da yakalamak için çok güçlü ataklar yaptı. Milla Jovovich'in oynadığı Dirty Girls ve Noah Taylor'lı Submarine filmlerini kapattı.


Beginners
Focus Mike Mills'in yönettiği Beginners'a imza attı. Filmde Ewan McGregor ve Inglorious Basterds'ın Melanie Laurent'ı rol alıyor. Focus filmin uluslarası dağıtımcılığını üstüne aldı. Filmi temsil eden UTA Independent Group ile Focus'un yaptığı anlaşma 2 milyon $lık bir P& ve film yapımcıları için elibol bir kar payı içeriyor. 


Focus Toronto'da It's Kind of a Funny Story'ye de el attı.


Sony Pictures Classics Barney's Version ve Incendies filmleriyle anlaşma yaptı. Sony düşük fiyatlara verdiği tekliflerden bu yıl da taviz vermedi.


IFC bütçeleri genelde 250.000$'ın altında olmasına rağmen Super için çıtayı 7 rakamlı sayılara çıkardı. IFC ayrıca Peep World ve Herzog'un 3 boyutlu belgeseli Caves of Forgetten Dreams'i satın aldı.


Passion Play














Image Entertainment Mickey Rourke, Bill Murray ve Megan Fox'un oynadığı Passion Play'e 7 rakamlı bir yatırımla girişti. Filmde Rourke, mafyanın (Murray) peşinde olduğu şanssız bir jazz trompetçisini, Megan Fox da kanatlı bir sirk oyuncusunu canlandırıyor.


Roadside Attractions yüksek profilli bağımsızlara el atmak için Lionsgate'le ortaklığa girişti. Robert Redford'un yönettiği The Conspirator ve Will Ferrell'ın oynadığı drama Everything Must Go'yu satın aldı. Roadside'ın alabileceği risk limitli olsa da Biutiful ve I Love You Phillip Morris için P&A yatırdı.  Bu adımlarla şirketin statüsünü de bir adım yükseltmeyi amaçlıyor.


Lionsgate Roadside ortaklığı yanında bu yıl Oscar oyununa Nicole Kidman'ın Rabbit Hole filmiyle girecek. Ayrıca geçen senenin Precious değerinde bir film ararken, Gary Ross'un yönettiği The Hunger Games serisini satın aldı.


Beautiful Boy
Michael Bay ortaklı Anchor Bay Films festivalden en iyi film ödülünü kapan Beautiful Boy'u satın aldı. Ayrıca A Horrible Way To Die ve Meet Monica Velour'u da listesine ekledi. Anchor Bay DVD dağıtımındaki başarısının üstüne bir de teatral dağıtımda da neler yapabileceğini bu filmlerle kanıtlayacak.


Rare Exports: A Christmas Tale
Oscilloscope Laboratories birçok projeyi listesine ekledi. Ama en çok Meek's Cutoff, Rare Exports: A Christmas Tale ve James Franco'nun belgeseli Saturday Night üzerinde yoğunlaştı. Bir kış filmi olan Rare Exports Noel baba hikayesine marjinal yaklaşımıyla çok dikkat çekeceğe benziyor.


Magnolia I'm Still Here'i önceden satın almıştı ve Toronto'da gösterimini yaptı. Bunu üstüne, I Saw The Devil filmini DVD dağıtımı için satın aldı. 

Gerçekler: Festivallerin altında yatan asıl amaç pek de sanatsal değil

Film festivalleri sinemacılar ve izleyicilere göre prestijin ve ödüllerin havada uçuştuğu, 'sanat için' film yapanların kırk yılda bir starlık konumuna yükseldiği, büyük kitleleri bayan, eleştirmenleri ayan entel filmlerin gün yüzü gördüğü yerler. Sonuç olarak film festivallerinde herkesin en çok önemsediği şey filmin 'sanat' olarak değerinin ön plana çıkması. Değil mi?

Hiç de öyle değil işte. Özellikle büyük abiler olan Cannes, Toronto, Venice ve Sundance festivalleri, aç bilaç dolaşan, üç kuruşa çekilmiş, stüdyo sisteminin yağından balından uzak bağımsız filmlerin bir dağıtımcının aklını çelmeye çalıştıkları yerler. Yönetmeninden yapımcısına, oyuncusundan yazarına bağımsızlar, festivale uğrayacak paralı babaların gözüne girmek, iki çift laf edip lobi yapmak, iki arada bir anlaşma ayarlamak için dört dönüyorlar. Bağımsızlar, kısmetse bir DVD home-video veya TVanlaşması, şanslıysa limitli sinemalarda dağıtım, eğer bir mucize olursa da uluslarası wide release kapmaya çalışıyorlar.


Bu savaşı veren sadece adsız filmcilerin çalıştığı projeler de değil üstelik. Festivallerin kırmızı halıları, Brad Pitt'ler, Angelina Jolie'ler, Megan Fox'larla doluyor. Onlar da milyon dolarlık stüdyo filmlerinin yanında, neredeyse ağız tokluğuna çalıştıkları ufak fimlerin promosyonunu yapmak için ortaya çıkıyorlar. Nitekim isimlerinin popülerliği, filmlerinin düzgün bir dağıtım anlaşması kapatması için bir garanti değil. Oyunculuk değeri ve prestij için başkoydukları bu 'tutku' projelerinin gişe rekorları kırmayacağı kesin olsa da, tamamen de sefil bir şekilde piyasadan ayrılmasını kimse istemiyor tabi.

Tabi ki festivallerde herkesin paragöz olduğunu iddia etmek yanlış olur. Birçok sanat yönetmeni festivalden festivale dolaşarak, sanatsal istikrarını koruyarak, büyük kitlelere ulaşma hırsı olmadan kariyerini sürdürüyor. Ama baba parası yemediği sürece herkesin yaşamını sürdürmesi de gerekiyor. Bütün bağımsız filmcilerin bir sonraki projelerini gerçekleştirmek için yatırımcılara ihtiyacı var. Ve festivaller sponsor avına çıkılacak en verimli yerler oluyor.

Son birkaç yılda özellikle, cebinde parası olanlar da kolay kolay kar getirmeyecek bağımsız filmlere yatırım yapmaktan uzak duruyorlar. Ekonominin yerlerde sürünmesi sonucu, en büyük bağımsız dağıtımcı şirketleri teker teker kapandı, yapımcı şirketlerin çoğu yokoldu, ya da cebime girecek kadar ufaldılar. Bu yüzden zar zor bir şekilde para bulunup çekilen bağımsız filmlerin asıl başarısı bir dağıtımcı bağladıklarında ortaya çıkıyor.

Bu iç karartıcı gerçekler bir yana, kara bulutlar yavaş yavaş açılıyor. Bunun da haberini vermek lazım. 2010 sonbaharında Toronto'dan son derece pozitif haberler geldi. Uzun süreden beri ilk defa bir film festivalinde birçok dağıtımcı anlaşması yapıldı. Hem de gayet düzgün anlaşmalar. Bağımsızların dağıtımcı anlaşmalarının detaylarına ayrıca gireceğim. Toronto'dan haberleri de yakında yayınlayacağım.

Monday, September 20, 2010

Bilbord'dan al haberi: Social Network

Şehire genel bir Social Network ağırlığı çökmüş durumda. Hayatımıza zaten çökmüş durumda o ayrı ama David Fincher'ın filmini birçoğumuz aylardan beri sabırsızlıkla bekliyoruz. Endüstride herkes senaryonun ne kadar iyi olduğu hakkında konuşuyor. Filmi özel gösterimlerde izlemiş olanlar öve öve bitiremiyor. Film 1 Ekim'de ABD'de gösterime girecek ve herkes Facebook'un yaratıcıları hakkındaki gerçeklerin son derece karanlık bir şekilde işlenmiş versiyonunu izlemek için sinemalara koşacak.


Social Network'ün kampanyası yandaki posterle ön plana çıkıyor. Mark Zuckerberg'ü canlandıran Jesse Eisenberg'ün suratı üzerine: '500 milyon arkadaşa birkaç düşman yapmadan ulaşamazsın.' sloganı ile.

Duyduklarıma göre film Facebook babası, henüz 26 yaşındaki Mark Zuckerberg'ü pek de parlak, sevilesi bir karakter olarak göstermiyor.

















Social Network'ü izlemeye Facebook üyesi 500 milyon kişinin sadece yarısı gitse, film Avatar rekorlarını çok rahat yakalayacak. Acaba bazılarımızın hergün saatlerce vakit harcadığı Facebook bağımlılığı Social Network'ün gişelerine de yansıyacak mı?

Box Office: 'The Town' sürprizi

Haftasonu gişelerinden rakamlar:

1. THE TOWN, oyuncu kadrosu hiç de mütevazi olmamasına rağmen gişelere düşük beklentilerle girdi, ama haftasonunu tepede bitirdi. Martin Scorsese'ye (nihayet) Oscar'ı kazandıran DEPARTED filmiyle aynı stüdyodan çıkan film, açılış haftasında Departed'a (28 milyon $) yakın bir rakama ulaştı. Hatta Warner Brothers filmi DEPARTED2 diye pazarladı.

1. hafta

(ABD) 23.800.000$












2. EASY A. Emma Stone komedide son yıllarda gözden kaçmayacak performanslar sergiledi. Superbad, Ghosts of A Girlfriend's Past ve son olarak Zombieland filmlerinde ekranda seyircilerin gözünün kaydığı oyuncu oldu. EASY A filmiyle Emma Stone ilk defa başrolde. Uzun süredir MEAN GIRLS gibi iyi bir gençlik komedisi görmemiştik. Film ilk haftasında ikinci sıraya oturdu, ve etraftaki dedikodular uzun vadede son derece başarılı olacağını iddia ediyor.


1. hafta

(ABD) 18.200.000$














3. DEVIL. M. Night Shymalan'ın derdi başından aşkın. THE LAST AIR BENDER'in yerden yere vurulmasından, sinemalarda seyircilerin suratları bir karış salonlardan çıkmasından ve gişelerde sonuç olarak 131 milyon gibi hayal kırıklığı bir rakama oturmasından beri 6.HİS yazarı itibarını toparlamaya çalışıyor. DEVIL Shymalan'ın yapımcılığını yaptığı korku filmi, bu hafta ABD'de gösterime girdi


1. hafta
(ABD) 12.584.000$
(Uluslararası) 14.884.00$









4. RESIDENT EVIL: AFTERLIFE

2. hafta

10.100.000$
(ABD toplam) 43.991.000$
(Uluslararası toplam) 86.339.610$








5. ALPHA and OMEGA

1. hafta

(ABD) 9.200.000$



Saturday, September 18, 2010

Bilbord'dan al haberi: Jackass 3D

Sunset Bulvarı- Jackass 3D billboard'u
Ödül törenleri, kırmızı halılar, galalar bir yana, Hollywood'un vazgeçilmez ego tatmini araçlarından biri de Los Angeles sokaklarını dekore eden koca koca bilbordlar. 
Los Angeles'ta arabasız ulaşımın neredeyse imkansız. Bu yüzden şehir içi yolculuk sırasında bilbordlar bir yandan haber kaynağı da oluyorlar. Hangi film ne zaman gösterime giriyor, yeni diziler hangi kanallarda, kim oynuyor vs..

Bu haftanın dikkat çeken parçası da Sunset Strip'teki, 3 boyutlumusu Jackass 3D bilbordu. Artık üç boyutlu filmlerin suyunu çıkardılar diye konuşup duruyoruz ama daha hiçbir şey görmedik anlaşılan. Film ABD'de 15 Ekim'de gösterime giriyor. Filmden seçme klipleri ve fragmanı buradan seyredebilirsiniz.

Friday, September 17, 2010

TAZE HABER: LOST'un yerini ne dolduracak??

ABC kanalı en yüksek reytingleri toplayan, J.J. Abrams dizisi LOST'a geçtiğimiz sezon son verdi. Yerini iki tane bilim kurgu dizisiyle (Flashforward ve V) doldurmaya çalıştı. LOST'un rüzgarıyla bu diziler biraz ilgi çekti ama ABC boşluğu henüz tam olarak kapatabilmiş değil.

Yine J.J.Abrams yapımı olan ALIAS dizisinden beri, ABC kanalı casuslu dizilere uzun süredir el atmamıştı. (Bu arada Abrams'ın UNDERCOVERS adlı yeni casus dizisiyle NBC kanalına transfer olduğunu belirtelim hemen.)

Ama ABC bu sefer iddialı bir hareketle Avatar babası James Cameron'ın TRUE LIES filminin TV adaptasyonuna girişti. 1994 yapımı True Lies'da Arnold Schwarzenegger, karısından (Jamie Lee Curtis) gizli olarak casusluk yapan bir aile babasını canlandırıyor.

True Lies öncesinde ABC başka bir karı koca casus filmi Mr. & Mrs. Smith filmini televizyona uyarlamaya kalkışmıştı ama 2007'de çekilen pilot bölüm diziye dönüşememişti.

TAZE HABER: Joaquin Phoenix kafayı yememiş mi?

Walk The Line filmiyle Oscar'ı evine taşıdıktan sonra birden bire saçı sakalına karışmış vaziyette, ortalıkta zombi gibi gezmeye başlayan, oyunculuk kariyerini bırakıp kendini müziğe vereceğini açıklayan, ne tarz müzik diye soranlara 'rap' diye cevap verip 'puahahah' tepkisi alan, ünlülerin dedikodusunu yapmayı seven kesimde 'acısam mı, dalga mı geçsem' duygu karmaşasına sebep olan, "tüh tüh tüh, bu da aklını kaybetti, zaten abisinin ölümünden dolayı çocukluktan travması vardı" gibi yorumlarını coşturan Joaquin Phoenix aslında tüm bunları film icabı yapıyormuş, kesinleşti.



Aslında bilmediğimiz birşey değildi. David Latterman'a çıkıp iki çift laf söylemeden etrafına bakınıp, sakızını masanın altına yapıştırdığı bölüm, YouTube'dan paylaşım patlamasına sebep olduğunda, çoğunluk Joaquin Phoenix'in gerçekten kafayı yediğine inanmıştı. Ama bir kesim sinsi sinsi tüm bunların Casey Affleck'in çektiği sahte belgeselin bir parçası olduğunu iddia ediyordu.

Joaquin Phoenix bu numaraları 2 yıl boyunca, pek de çaktırmadan devam ettirdi. Casey Affleck I'm Still Here filmini tamamına erdirdi ve ABD'de film geçen hafta gösterime girdi. Cümlemize hayırlı olsun.

TAZE HABER: Sacha Baron Cohen, Freddie Mercury'yi oynayacak


Baron Cohen, komedi dünyasında yarattığı tuhaf karakterle, insan içine karışıp çektiği sahte belgesellerle, özellikle Borat'la kanımıza girdi. Ciddiyetten uzak imajına rağmen Cohen dramatik ve kompleks rollere de bürünebileceğini şu anda çekimleri yapılan Martin Scorsese'nin yönettiği Hugo Cabret filminde başrollerden birini kaparak kanıtlamış durumda. Hugo Cabret'nin yapımcıları GK Graham King ve Tim Headington, Baron Cohen'i İsimsiz Queen projesinde Freddie Mercury'yi canlandırmak için tekrar işe aldılar. Film Robert De Niro ve Jane Rosenthal'ın Tribeca Pictures'ın ve Queen Films'in ortaklığıyla gerçekleştirilecek.


Peter Morgan senaryoyu yazmaya, müzik grubunun son yıllarından efsanevi Live Aid 1985 performansına doğru giden tarihlerden başladı.

Peter Morgan Frost/Nixon (2009) ve Queen (2007) filmleriyle Oscar'a en iyi senaryo dalında aday olmuştu.

Queen'in hayattaki müzisyenleri Brian May, Roger Taylor ve John Deacon orjinal şarkılarının lisans ve yayınlama haklarını ilk defa bir sinema filmine verdiler. Ve bu amaç için Queen Films şirketini kurdular.



Bu arada GK Films'in yeni filmi The Town, bugün ABD'de gösterime giriyor. Filmde Ben Affleck, Mad Men'in Jon Hamm'i, Vicky Cristina Barcelona'dan tanıdığımız Rebecca Hall, Oscar'lı Hurt Locker'ın Jeremy Renner'ı ve Gossip Girl'ün Blake Lively'si oynuyor.

Monday, September 13, 2010

Hafta başı iş başı

Beverly Hills'den sıcağı sıcağına gelişmede olan projeleri aktaralım.


Christian Slater bağımsız korku gerilim filmi "Playback" kadrosuna katıldı. 



Kadronun diğer oyuncuları daha önce televizyon dizilerinde ve korku filmlerinde ufak rollerle rastladığımız genç oyunculardan oluşuyor: Johnny Pacar, Toby Hemingway, Jonathan Keltz, Alessandra Torresani, Ambyr Childers, and Daryl "Chill" Mitchell.

BOX OFFICE




10 Eylül Cuma günü Amerika'da gösterime giren filmlerden Resident Evil serisinin 4. filmi, haftasonu RESIDENT EVIL: AFTER LIFE $26 milyon gişe yaptı. Film uluslararsı $44 milyon topladı. Resident Evil bu hafta gösterime aksiyon filmlerinde rakipsiz girmiş oldu.
Bütçesi $60 Milyon  olan film, 3D teknolojisiyle çekildi ve IMAX'e aktarıldı. Milla Jovovich seriyi terketmemekle birlikte Ali Larter bu filmde kadroya katıldı. 


Gişede bu haftasonu 3. haftasına giren TAKERS 5.6 milyonla ikinci sıraya oturdu. Filmde Chris Brown ve Matt Dillon oynuyor ve sadece Amerika'da gösterime girdi. Takers Amerika'da büyük bir pazar olan Afrikalı/ Amerikalı seyirci kitlesine hitap ediyor.

Diğer yandan, eleştirmenler tarafından beğenilmesine rağmen, gişeden aşağıya yuvarlanak giden filmler var. George Clooney'nin bağımsız THE AMERICAN'ı 2. haftasında 5.6 milyonda, toplamda 28 milyonda kaldı. Roberto Rodriguez'in MACHETE'si de aynı şekilde 2. haftasında gişelerde hızla düşüş yaşadı. Film bu hafta 4.2 milyon, toplamda 20 milyon yaptı.






Bu arada 4. haftasını geçen ve gişede hala salam rakamlar toplayan filmler de şöyle:

THE OTHER GUYS- Will Ferrel, Mark Wahlberg
9.hafta
(ABD) $112 milyon
THE EXPENDABLES- Silvester Stallone ve daha kimler kimler...
5.hafta
(ABD) $98 milyon
(Uluslararası) $90 milyon




EAT PRAY LOVE- Julia Roberts
5. Hafta
(ABD) $74 milyon




INCEPTION
9. hafta
(ABD) $282 milyon
(Uluslararası) $ 448 milyon